"Sana öyküler yazacağım” dedi. “Durup durup okuyacaksın. Çiçeği sular gibi, öyküler yazacağım sana, seni anlatmasa da seni anlatan öyküler.” Gözünün altında bir damar atıyordu sürekli, göz kırpar gibi. Tedirginliğini gizleyebilecek gücünün tükenmişliğiydi bu. Ayrıldılar görüşmek üzere.
Çarşının içinden geçerek gitti eve bu sefer. Yalnız yolları taşıyabilecek vaziyette değildi. Omuzları iki kere çökkün hale gelmişti. Başını önüne eğip gitti. Tenekeci dükkanlarının önünden geçerken bildi. O teneke kesilirken hissettiği şey, çocukluğundan beri bu çarşıdan geçer, tam orada ürpererek seyrederdi. Ayağını elini kesiyorlarmış gibi gelirdi. Bu duyguyu artık ne çok yaşıyordu. Tek bir şeye coşku duyabilirdi şu anda, yazmaya. Geri kalanı hayata dahil değildi artık. Pekiyi nereye kadar? Bilmiyordu. İçinde bir öz varmış da sanki onu çevreleyen her şey dökülüyormuş gibi geliyordu, parça parça ... Hafiflemiyordu ama, oraya yaklaştıkça hafiflemiyordu. O çekim gücü nasıl sarıyordu bedenini. “ Lanet olsun işte Tahsin Usta’nın oraya geldik ” dedi kendi kendine. Elinden gelse o anda yolu çevirebilirdi. Kapıda oturuyordu adam. Ona selam vermek, hal hatır sormak geçemeyeceği bir şeydi. Ancak bulunduğu iklimden çıkacak mecali de hiç mi hiç yoktu. “Niye var sanki, başka her şey niye var?” diye düşündü.
- Merhaba Tahsin amca.
- Merhaba.
Anlık bir ferahlama yaşadı. Gerisi gelmemişti. “Merhaba” bu kadarına fazlasıyla razıydı. “O da mı uçtu acaba?” diye geçirdi içinden. Ayağı takıldı birden aklına, kundura vuruyordu. Onu hissettiği ana kızdı. Çivilenip kalmak istiyordu orada. Orada ölmek. Derin bir iç geçirdi. Evin köşesine gelince kunduranın topuğuna bastı. Bir düşmandan daha kurtulmuştu.
Bütün ışıkları yanıyordu evin. Niyesi hiç önemli değildi. Anahtarını çıkarıp kapıyı açtı. Kimseler, kimseler görmeden odasına geçebilmeyi umut ediyordu. Öyle de oldu; ancak bu saadet anı çok kısa sürdü. Üzerini çıkarırken kapı tıklandı. Seslenemedi. Öylece duruyordu, dalgın gözlerle ve hareketsiz. Dışarıdan yeni bir ses gelmeyince masanın önündeki sandalyenin üzerine bıraktı kendini yavaşça.
İki saat sonra gülerek çıktı odadan.
- Anne kapıyı kim vurmuştu?
- Ne kapısı oğlum?
- Boş ver, ben çıkıyorum.
- Nereye
- Boş ver demiştim ya, o verdiğin hala geçerli.
Dışarı çıktığında sokak daha sakindi. Ayağına ne giydiğine bakmaksızın düşmüştü yola. Aynı çarşıyı
koşarak geçti. Rüzgar gibi gidiyordu. Elinde en son öyküsü vardı.
Murat KARAKÜÇÜK